
Aydın çorbası, saray pilavı ve cumhuriyet tatlısı I Osmanlı reform mutfağı
Türkiye Cumhuriyeti
AYDINLIK GÖKKUBBE: CUMHURİYET
Siz değerli okuyucular, bu yeniden doğuş hikâyesinde “Cumhuriyet’te aydın yetişmez” demek, önce kendi gözünü kapatıp sonra başkasını karanlıkla suçlamak değil midir? Yüz yıllık taze Cumhuriyet’e aydın yetmedi diyenler, 600 yıllık imparatorluğun aydınlarını nasıl yetiştirdi sorusuna nasıl cevap verir? Bu iddiayı ileri sürenler aslında Cumhuriyet’in çoğalttığı aydınlardan rahatsız mı olmuşlar? Asıl mesele, Cumhuriyet’in her kesimden vatandaşı yetiştirerek kul-kent yaratması; sorgusuz, biat eden, sustuğu ve sözde devletle özdeşleştirdiği aydınların saltanatına son vermek değil midir? Göktürkleri Uygurlardan, Gaznelileri Harzemşahlardan, Selçukluları ve Osmanlıları birbirinden ayırmadan Cumhuriyet’i eleştirenler, sadece batılılaşma yoluyla milletine bilim ve ilmi getirmiş olmakla övünmekten mi hoşlanıyor? “Batı’nın çöplüğü” diyerek küçümsedikleri durum, doğrusu halife padişahların izinden gitmekten başka bir yol değil midir? Bu reformlar ve inkılaplar, insanlığın yüzyıllar süren birikimini; bilim, hukuk, sanat, özgürlük, demokrasi ve daha birçok alanda kendi ruhuyla sentezlemek değil midir? Onu değersiz gören zihniyet, kendilerine ait olmayan düşünceyi düşman bilmiş sayılmaz mı?
“Cumhuriyet döneminde neden aydın yetişmez?” sorusu yankılanıyor… Gerçekten böyle mi? Ufku dar olan kimdir? Gökkubbesi kısa olan kimdir? Dünyasını ithal malzemelerle dolduran kimdir? 18. yüzyılda yurt dışından getirilen yabancı öğretmenlerin bilgi birikimi nereye gitti? Batı tarzı mühendislik okullarında yetişen öğrenciler Tophane ve Harbiye’de aldıkları eğitimle neye hizmet ettiler? Tanzimat döneminde Avrupa’ya gönderilen gençler ne öğrendi, neyi dönüştürdü? Cumhuriyetle açılan Batı usulü okullar ve yurtdışına gönderilen gençler, hangi ufuklara yelken açtılar? Bir ülkeyi akılla kurtarmak arzusu suç mu, ayıp mıydı?
19. yüzyıl Osmanlı’sında “aydın” denilen kişiler hangi zeminlerde yetişti? Dil ve bilimin öğretilisi nereye sınırlandı? Sadece saray koridorları ve Enderun’un sınırlı duvarları mı yeterliydi? Halktan gelen genç, kadın, köylü hangi eserlerle tanışabildi? Şimdi soruyorum: Cumhuriyet’in açtığı okullarda, köylerden gelen çocuklar, kasabalardan gelen gençler hangi kitapları, hangi fikirleri keşfetti? Onları dünyaya taşıyan kimdi? Peki, henüz 1920’lerde Cumhuriyet’in gençlerine bakın! Her şehir ve kasabada açılan okullar, yurtdışına gönderilen öğrenciler… Onlar sadece Batı’dan teknik bilgi mi getirdi, yoksa özgüveni, eleştirel düşünceyi, bilimsel merakı da mı kazandırdı?
Efendiler! Cumhuriyet, bilgiyi ve aydınlığı tek bir elitin tekelinden çıkarıp halka dağıttı. Kendisini sadece aydın birey değil, aydın bir millet yetiştirmeye adadı. Onun yetiştirdiği aydınların en önemli özelliği, iktidara yaraşmak için susmak, kişisel çıkar uğruna eğilip bükülmek yerine hakikat uğruna duruş sergilemeleridir. Bir zamanlar imparatorluğun ihtiyacı olan, ancak bulup da tutamadığı o aydınlığa, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde milletin de ihtiyacı yok muydu? Elbette öyledi. Bazı kimselerin yargısına göre “aydın” sayılmayanlar vardır; çünkü onların aydın anlayışı, vatan ve millete hizmet etmek yerine doğrudan kendi menfaatlerine, bir efendinin eteğine yapışıp kırıntı yiyen, akla değil bağımlılığa hizmet eden bir anlayıştır. Oysa gerçek aydın, milletini terk etmeyen, halkın aklını ve ufkunu küçümsemeyen, iyiliğin, barışın, sevginin, özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin yanında duran kişidir. Nitekim Cumhuriyet döneminde özgürce dalgalanan şanlı bayrağın altında, hiç durmadan okunan ezan ve her Cuma hutbesinde Nahl Suresi’nden seslendirilen “Muhakkak Allah, adaleti, iyiliği ve akrabalara yardım etmeyi emreder; fahiş şeyleri, iğrenç şeyleri ve zulmü yasaklar. Size öğüt veriyor ki hatırlayasınız.” ayeti, aynı ilahi nidanın tekrarı değil midir?
Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet’in temeli binlerce yıl önce dövülmüş, alevi tazelenmiş bir meşale gibidir. İmparatorluk dönemindeki ateş, II. Mahmud ile alevlenmiş, Atatürk sayesinde Cumhuriyet ile parlamıştır. Bu karanlıkta ışıldayan ateş, yalnızca yolunu bulanları aydınlatmakla kalmamış; cesaret edenleri korku, cehalet ve hurafelerden arındırmıştır. Buna rağmen, karanlığın içinde kalmadığını iddia eden, aksine gölgelerden sığınarak karanlığı savunanlar, nihayet en kıymetli nimet olan aklın verdiği eleştiri özgürlüğü sayesinde Cumhuriyet’e muhalefet ettiklerini söylemektedir. O halde neden bu kadar sert sözlerle ifade ediyorlar? İşte 735 senesinde dikilen Orhun Abideleri’nde Göktürk Hükümdarı Bilge Kağan’ın cevabı: “Ey Türk Milleti, sen açken tokluğu bilemezsin, lakin doymayıp tokken açlığı düşünmezsin!” Bilge Kağan her milletin zaaflarını bilir; peki Atatürk, kendi milletinin zaafını nasıl bilmezdi? Elbet bilirdi. II. Osman ve III. Selim’in uğruna canlarını feda ettiklerinin, II. Mahmud’un yabancılaşmasının, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz’in zorluklarının ve Sultan Abdülhamid’in baskılarının farkındaydı… Tıpkı Balkan Savaşları’nın, I. Dünya Harbi’nin, İstanbul’un, İzmir’in, Hatay’ın ve daha nicelerinin milletin ruhuna açtığı yaraları en iyi o zaman vatan savunmasında bulunanların haber olduğu gibi…
Cumhuriyet, ilk kuşakından beri çığır açan bir aydınlıktır! Remziye Hisar (1902–1992), Sorbonne’da eğitim alarak biyokimya alanında çalışan ilk kadın kimyager olarak bilim dünyasında yerini aldı. Sabiha Rıfat Gürayman (1910–2003), Anıtkabir’in inşasında görev alan ilk kadın inşaat mühendisi oldu. Nüzhet Gökdoğan (1910–2003), İstanbul Üniversitesi’nde Astronomi Enstitüsü kurarak ilk kadın gökbilimci ve astronomi profesörü ünvanını kazandı. Yıldız Devrim (1916–2009), yerbilimleri alanında öncü olarak ilk kadın jeoloji profesörü oldu. Jale İnan (1914–2001) Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu olarak Side ve Perge kazılarına imza attı. Sabire Aydemir (1910–1991) Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü mezunu olup ilk kadın veteriner hekim olarak tarihe geçti. Hukuk ve kamu alanında ise Süreyya Ağaoğlu (1903–1989) ilk kadın avukat, Satı Kadın (1888–1965) 1935’te seçilen ilk kadın milletvekillerinden biri, Feriha Sanerk (1923–2010) ise ilk kadın emniyet müdürü olarak tarihe adını yazdırdı.
Erkek bilim insanları da Cumhuriyet’in sunduğu modernleşme ve eğitim olanakları sayesinde uluslararası arenada başarı kazandı. Cahit Arf (1910–1997), “Arf Halkaları” ve “Arf Değişmezleri” ile matematik dünyasında tanındı. Kerim Erim (1894–1952), Türkiye’nin ilk modern matematikçilerinden biri olarak İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nin kurucuları arasında yer aldı. Hulusi Behçet (1889–1948) tıp literatüründe “Behçet Hastalığı”nı tanımladı. Mehmet Fuat Köprülü (1890–1966), Türk tarih ve edebiyatı alanında öncü isimlerden biri oldu. Aydın Sayılı (1913–1993), bilim tarihi alanında dünyadaki ilk doktora unvanını aldı. Şevket Aziz Kansu (1903–1983) antropolojide öncü olurken, Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman (1884–1951) modern psikiyatriye, Ord. Prof. Dr. Refik Saydam (1881–1942) ise halk sağlığına yön verdi. Cumhuriyet dönemi, 2015 Nobel Kimya Ödülü sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar (1946– ) gibi uluslararası başarı elde eden birçok bilim insanını da yetiştirmiştir. Tüm bu isimler, Cumhuriyet’in aydın yetiştirmede ne denli etkili olduğunu açıkça göstermektedir.
Dolayısıyla söylemek gerekir ki; Cumhuriyet varken aydın yetiştirmeye gerek yoktur. Çünkü Cumhuriyet, aydınlığın ta kendisidir. Bu sofrada akıl kaşığın yerini ilim alır, devlet mutfağı ise milletin ev sahipliğinde yürür. Cevap vermek isteyenin önce elini yıkaması gerekir. Bu çağda, artık yağlı laflar yerine ölçülü deliller konuşur.
“Biz cahil dediğimizde, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim; hakikati bilmektir. Zira okumuş olanların en büyük cahilleriyle, hiç okuma fırsatı bulamamış ancak hakikati kavrayan gerçek alimler de ortaya çıkabilir.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Vesselam
Saray ve Kültür Tarihçisi A. Çağrı Başkurt
Odatv.com