Manet’den Van Gogh’a sofrada sanat I Sofrada sanat
Edouard Manet Kavun ve Şeftali Natürmortu, 1866, Ulusal Sanat Galerisi, Washington D.C.
Son on hafta içinde GastrOda’da, gastronomi ile sanatın kesiştiği noktada, bazen tabaklar üzerinde bazen de tuvallerde yemek tasvir eden ressamları tanıttım. Her biri kendi döneminin ruhunu, stilini ve ilham kaynaklarını yansıtan bu sanatçılar, gastronomi dünyasına benzersiz bir perspektif kazandırdı. Geçen hafta Henri Matisse, Claude Monet ve Henri de Toulouse-Lautrec’in gastronomik temalı eserlerine göz atmıştık. Bu ressamların çağdaşları olan, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında faaliyet gösteren, gastronomik temalı resimler yaratan sanatçılar arasından seçildi. İzlenimcilik, Post-İzlenimcilik ve Erken Modernizm akımlarını kapsayan bu dönemde, yiyecek-içecek, sofra sahneleri ya da mutfak temaları işlenen pek çok eser ortaya çıktı.
Bu hafta ise şimdiye kadar değindiğim isimlerden çok daha geniş kitlelerce bilinen, sanat tarihinde efsaneleşmiş ressamlara odaklanacağım.
Edouard Manet (1832-1883) ile başlayalım. Manet, Fransız modernizmin öncülerinden biri olarak 19. yüzyılda modern yaşamı resmeden ilk sanatçılardan sayılır; Gerçekçilikten İzlenimciliğe geçişin mihenk taşlarından biri oldu. Üst sınıf bir ailede doğan Manet, denizcilik kariyerini reddederek resim dünyasına yöneldi. İlk önemli eserleri arasında yer alan Le dejeuner sur l’herbe (1863) ve Olympia (1865) eleştirmenler ve Güzel Sanatlar Akademisi tarafından tartışma konusu yapıldıysa da, ilerici sanat çevreleri tarafından İzlenimciliğin başlangıcı olarak övgü aldı. Bu yapıtlar, modern sanatın temellerinin atıldığı dönüm noktaları olarak görülür. Manet, son yirmi yılda diğer büyük sanatçılarla ilişkiler kurdu ve yalın, doğrudan üslubuyla yenilikçi olarak tanındı; sonraki nesil ressamları derinden etkiledi. 1856’da kendi stüdyosunu açan Manet, gevşek fırça darbeleri, basitleştirilmiş detaylar ve ara tonların minimuma indirgenmesi ile karakterize edilen gerçekçi bir üslup benimsedi. The Absinthe Drinker (1858–59) gibi çağdaş temaları (dilenciler, şarkıcılar, Romanlar, kafe sahneleri, boğa güreşleri) konu edindi; dini, mitolojik ya da tarihi temalara nadiren yer verdi. 1861’de Salon’da iki eseri kabul edildi: Portrait of Monsieur and Madame Manet, eleştirilse de The Spanish Singer, Theophile Gautier tarafından övüldü ve genç sanatçıların ilgisini çekerek Manet’nin stüdyosuna yeni işler kazandırdı. Bu eser, “alışılagelmişin dışında bir tarzda” resmedilmiş olmasıyla sanat çevrelerinde geniş yankı uyandırmıştı.