
Türkiye denizlerinde balıkçılığın durumu I Deniz kirliliği var mı
Çeşme‘de, bir aydır kıyıya vurmuş ölü veya yaralı orkinos örnekleri gündemin merkezinde yer alıyor. Büşra Çetinkaya’nın Egedesonsöz’de yayımlanan haberinde de belirtildiği gibi, buradaki mesele, yalnızca birkaç balığın ölümü değil, aslında denizlerimizin yaşam için verdiği mücadeleyi gözler önüne seriyor.
Ege Bölgesi Sanayi Odası meclis toplantısında konuşan Et, Balık ve Su Ürünleri Sanayi Meclis üyesi Musa Nedim Anbar’ın ifadeleri durumu özetliyor: “Orkinos ölümleri artış gösteriyor, levrek-çipura çiftliklerinde de benzer ölümler meydana geliyor; çiftliklerde antibiyotik ve vitamin müalicelerine başvuruluyor.”
Bu cümlenin altını çizmek lazım: Antibiyotik ve vitamin müaliceleri.
Soru şu: Tüketiciler olarak soframıza gelecek balığın antibiyotik ile “mücadeleye sokulmuş” olup olmadığını biz nasıl anlayacağız?
Resmi belgelerde “ölü balıklar bertaraf firmalarına gönderiliyor” deniyor.
Fakat bu ülkede, kağıt üzerinde yazılan ile gerçekte yaşanan arasındaki farkı fark etmeyen var mı?
Maalesef, soframıza kadar ulaşmış ve sağlığımızı tehdit eden benzer olayları daha önce de gözlemledik.
Bu yüzden tekrar soruyorum: Bir süre balık tüketimini sınırlamak doğru mu? Çünkü antibiyotikli balık tüketilmeyecek kaliteye sahip değildir. Çünkü hasta balık tercih edilmez. Çünkü kirlilik içinde yetişen deniz ürünleri, ne temiz ne de güvenilir olabilir.
Büşra Çetinkaya’nın haberinde, altı çizilen bir diğer gerçek de şu:
Çeşme yarımadasındaki su arıtma tesislerinin en az yarısı çalışmıyor. Atık sular direkt olarak denize boşaltılıyor; bunun sonucunda denizin ısısı artıyor, planktonlar ölüyor ve oksijen seviyesi düşüyor. Böyle bir ortamda balıkların sağlıklı bir şekilde yaşaması beklenemez, değil mi?
Ancak bizde işin kolay tarafı var: Suçu balık çiftliklerine
Oysa gerçek, çok daha üzücü: Kendi ellerimizle İzmir Körfezi’ni, Çeşme’yi ve tüm Ege’yi kirletirken, çaresizce ölü balıkların sahile vurmasını izliyoruz.
Körfezi arıtan, denizi temizleyen yatırımlar yıllardır hayata geçmedi.
Belediyeler kendi imkanlarıyla mücadele etmeye çalışıyor, ancak bu yeterli olmuyor.
Sonuç nedir? Çürüyen bir körfez, nefessiz balıklar ve antibiyotikle ayakta tutulmaya çalışılan çiftlikler…
Böylesinde bir ortamda yapılması gereken tek şey var: Sofraya gelen balığa şüpheyle yaklaşmak.
Bir süre balık yememek, en güvenli tercih haline geliyor. Sağlığımızla riske girmemek gerekiyordu. Balık, denizden tabağımıza ulaşması gereken en sağlıklı besinlerden biri olmalıydı. Fakat geldiğimiz noktada, en riskli tercihlerden birine dönüştü.
Bizi asıl korkutması gereken, bugün balık tüketememenin kendisi değil; asıl tehlike, denizlerimizi, körfezimizi ve kıyılarımızı bilerek yok ediyor olmamızdır. Bu durum sadece İzmir’in değil, tüm Türkiye’nin ayıbıdır.
Bakanlık acilen müdahaleye geçmeli, denetimler başlatılmalı ve arıtma tesisleri çalışır duruma getirilmeli. Fakat biz yurttaşlar da üzerimize düşeni yapmalıyız: Gözlerimizi kapatmayıp, soframıza ulaşan her lokmayı sorgulamalıyız.
Bugün balığı soframızdan çıkarmak zor gelse de, yarın çocuklarımızın yüzünü güldürebilmek için – temiz bir deniz ve sağlıklı bir körfez bırakabilmek adına – bu fedakârlığa değer. Asıl felaket, balık yememek değil; denizlerimizin sessiz çığlıklarını duymamak ve onların yok oluşuna seyirci kalmaktır.
Yemek Araştırmacısı ve Yazarı A. Nedim Atilla
Odatv.com