Blog

Gıda çeşitliliği kaybı sorunu büyüyor I Gıdada sürdürebilirlik zorlaşıyor

Raflarda sergilenen 150 çeşit dondurma, 20’den fazla yoğurt markası, renk cümbüşü cips paketleri… Bu görkemli zenginlik, gerçekte çarpıtılmış bir tabloyu yansıtıyor. Çünkü ambalajların ardında, çeşitliliğin değil, tek tipliğin egemen olduğu, tat ve menşein giderek solduğu bir evren yatıyor. Yazar Simran Sethi’nin “Ekmek, Şarap, Çikolata: Sevdiğimiz Yiyeceklerin Yavaş Kaybı” adlı eserinde belirttiği üzere, günümüzde en büyük risklerden biri, tabaklarımızdaki görünmeyen çeşitliliğin usulca yok olmasıdır.

MONOKÜLTÜRÜN RAHATLATICI AMA TEHLİKELİ KOLLAYIŞI
Dünya genelinde 1000’in üzerinde muz çeşidi bulunmasına karşın, market raflarında sadece tek tip Cavendish muzuyla karşılaşıyoruz. Bunun nedeni, Cavendish’in nakliye ve depolama süreçlerine dayanıklı olması. Fakat maalesef, onu ortadan kaldırabilecek bir mantar türü (Tropical Race 4) hızla yayılıyor. Daha önceden benzer şekilde, Gros Michel adlı mantar türü tarihe karışmıştı. Yani marketteki muz bolluğu, aslında tür çeşitliliğini değil, sistemsel tekrarı yansıtıyor.

Aynı durum patatesler için de geçerli. Raflarda onlarca patates cipsi markası varken, manavlarda sadece “sarı”, “kırmızı”, “Idaho” gibi genel tanımlamalarla sınırlı, beş-altı çeşit patates bulunuyor. Üstelik, cipslerde kullanılan patates çeşidi çoğu zaman belirtilmiyor.

NEDEN ENDİŞELENMELİYİZ?
Eskiden dünyada 7.500’den fazla elma çeşidi yetiştirilirken, bugün ticari anlamda ekilen elma türü 1000 çeşidin altında kalıyor. Ayrıca, birçok elma; görünüm ve dayanıklılık uğruna lezzetten ödün verilerek tercih ediliyor.

Bu durum yalnızca elmalarla sınırlı kalmıyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, dünyadaki toplam kalorinin yüzde 95’i yalnızca 30 türden temin ediliyor. Yetiştirdiğimiz 30.000 yenilebilir bitki türü arasından sadece 150’si tarımda kullanılıyor. Öte yandan, hayvansal üretimin yüzde 90’ı sadece 14 memeli ve kuş türünden elde ediliyor.

Yani, hayatta kalmamızı sağlayan biyolojik çeşitlilik her geçen yıl daha da daralıyor. Bu durum, bizi iklim krizine, hastalıklara ve gıda krizlerine karşı daha kırılgan hale getiriyor.

Dünya artık aynı yiyor: Aynı muz, aynı patates, aynı yağ... - Resim : 2

DÜNYA ÇAPINDA AYDINLATILMIŞ LEZZET YÜKÜ
Günümüzde dünyanın dört bir yanında; Kolombiya’dan Vietnam’a, Afrika’dan Avrupa’ya kadar benzer gıdalar tüketiliyor: Buğday, pirinç, mısır, soya ve palmiye yağı. Bu küresel “standart beslenme modeli”, tıpkı telefonlarımız veya modamız gibi, dünyanın her bölgesini benzeştirmiş durumda.

Bu durum, çeşitliliği artırmak yerine yerel ve kültürel ürünlerin kaybına yol açıyor. Örneğin, Kolombiya’nın geleneksel yağ kaynakları yerini artık palmiye yağına bırakırken, Vietnam’da kalorilerin yüzde 80’i eskiden pirinçten sağlanırken, şimdi bu oran yüzde 65’e düşmüş ve yerine yine birkaç dev ürün—buğday, şeker, mısır—geçmiştir.

Bu standardizasyon sadece kalori tüketimini yükseltiyor. 795 milyon insan açlıkla mücadele ederken, 2 milyardan fazla kişi obez ya da fazla kilolu durumda. Her iki grup da temel mikronutrientlerden (vitamin, mineral, lif) yoksun. Çünkü yediğimiz gıdalar giderek daha az besleyici, daha az çeşitlilik sunan ve daha çok işlenmiş hale geliyor.

Dahası, bağırsak sağlığımız, bağışıklık sistemimiz ve genel vücut işleyişimiz de bu çeşitlilik kaybından doğrudan etkileniyor. Mikrobiyomumuz giderek zayıflıyor; yani doğal çevrede olduğu kadar, bedenimiz içinde de çeşitlilik azalıyor.

GIDA SİSTEMİNDEKİ ÇATIŞAN NOKTA
Tarımsal biyoçeşitliliğin azalması, bizi büyük felaketlere doğru sürüklüyor. İrlanda’da 1840’larda yaşanan patates kıtlığı, bir milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştu ve tarımda tek çeşitliliğin tehlikesine işaret eden tarihsel bir örnek olarak hafızalarda yerini almıştır. 1970’lerde Amerika’da mısırın dörtte birini yok eden yaprak yanıklığı da aynı sistemsel dengesizliğin sonucuydu.

Günümüzde ise benzer riskler, muz ve buğday gibi ürünlerde yeniden boy göstermeye başladı. Bilim insanları yeni türler üzerinde çalışsa da, bu geçici çözümler sistemin temel krizine müdahale etmiyor: Sistem kendisi sürdürülemez durumdadır.

GIDA DEVRİMİ NE ZAMANDA BAŞLAR?
Sethi’nin belirttiği gibi, “Devrim tabakta başlar.” Radikal bir tercih gibi görünmese de, zeytinyağı kullanmak veya pirinç, mısır, soya ya da palmiye yağı içermeyen ürünleri tüketmek bugünün dünyasında politik bir duruş sergilemektedir.

Her gün yaptığımız seçimler, tüketici olarak sistemin yönünü belirlemekte. Yerel, mevsimsel, az işlenmiş ve çeşitliliği koruyan gıdaları tercih etmek sadece damak zevkimizi tatmin etmekle kalmıyor; aynı zamanda bir direniş ifadesi. Kaybettiklerimizi fark etmek, neyi geri kazanabileceğimiz konusunda bizlere ipuçları sunuyor.

Büyükannenizin özenle hazırladığı reçelin tadını hatırlıyor musunuz? O küçük köy fırınının çıtır ekmeğini? Kaybolan yalnızca tat değil, aynı zamanda kültür ve direnç de var. Bu yok oluş, her yemek ve her tercihimizde sessizce kendini gösteriyor.

Fakat umut verici bir gerçek var: Eğer bu değişim son 50 yılda gerçekleştiyse, yeniden evrilmesi de mümkün. Bugün, gıda seçimlerimizle geleceğin sofralarını inşa ediyoruz. Daha bilinçli, daha çeşitli ve daha adil bir gıda sistemi hayalden öte bir gerçek olabilir.

Odatv.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir