Trump’ın gıda baskısına Avrupa’dan büyük tepki
Avrupa Birliği, Amerika lideri Donald Trump‘ın 9 Temmuz’a kadar uygulamayı planladığı yeni gümrük tarifeleri tehdidi altında, Washington ile ticaret anlaşması imzalaması için baskı altında. Peki, masada en çok tartışılan konu nedir? Tarım ürünleri.
The Guardian yazarı Alexander Hurst, bu noktada önemli bir uyarıda bulunuyor: Avrupa’nın Amerikan menşeli, düşük kalite ve aşırı işlenmiş gıda ürünleriyle dolup taşmasına izin vermek, yalnızca sağlık standartlarına zarar vermekle kalmıyor; aynı zamanda kültürel kimliği ve tarımsal sürdürülebilirliği de riske atıyor.
“Amerikan yemekleriyle büyüdüm” diyen Hurst, “Bana inanın, Avrupa’nın kesinlikle ihtiyaç duymadığı şey budur.” şeklinde yorum yapıyor.
HORMONLU ET, KLORLU TAVUK VE ŞEKERLE KAPLI HER ŞEY
Trump yönetimi, Avrupa’nın “özgün” Amerikan sığır eti ve tavuğunu kabul etmediğini alaycı bir dille ifade ediyor. Fakat Hurst’e göre sorun yalnızca damak zevki değil; Amerikan tarım sistemindeki yapısal problemler, Avrupa’ya ithal edilemez nitelikte.
Yazarın belirttiğine göre, Amerika’da egemen olan gıda sistemi şu özelliklerle öne çıkıyor:
Hormonlu et,
GDO içeren ürünler,
Yüksek fruktozlu mısır şurubuyla tatlandırılmış işlenmiş gıdalar,
Zayıf denetim mekanizmaları. Bu unsurlar, Avrupa Birliği’nin bugüne kadar benimsediği gıda güvenliği ve kamu sağlığı standartlarıyla tamamen çelişiyor.
KAHVALTILIK MISIR GEVREĞİNDEN SÜTLÜ TACO’YA
Hurst, Ohio’daki çocukluk anılarına da yer vererek, Amerikan gıda kültürünün sistematik olarak “lezzet” yerine hız ve uygun fiyat üzerine kurulu olduğunu anlatıyor. 1990’larda margarin modası ve neredeyse her yiyeceğe şeker katma alışkanlığı, onun vejetaryen bir ailede yetişmesine rağmen aşırı işlenmiş ürünlerden kaçınamamasına yol açmış.
“Pizza gibi tuzlu yiyeceklerde bile eklenmiş şeker görmek artık şaşırtıcı bulunmuyor” diyen Hurst, “Amerika’ya her döndüğümde vejetaryen olmaya başlıyorum; çünkü etin içerdiği şey konusunda artık fikriniz yok.” şeklinde konuşuyor.
GIDA SADECE TİCARET DEĞİLDİR: KÜLTÜREL KİMLİĞİN TEMSİL ALANI
Yazar, meselenin sağlık boyutuyla sınırlı olmadığını vurguluyor. Gıda, kimliğin temel bir parçasıdır.
Fransız vatandaşlığına geçen Hurst, “Yediğimiz şey, aslında kim olduğumuzu belirler” diyerek Avrupa’nın yerel ve bölgesel mutfaklarını korumaya yönelik bir sorumluluğu olduğunu işaret ediyor.
The Eater Guide to Paris’in yazarı Lindsey Tramuta da benzer bir görüş belirtiyor: “Avrupa, zaten ihtiyaç duyduğu her şeyi üretmekte. Klorlu tavuk ve hormonlu et, en son arzu edeceğimiz ürünler arasında.”
GIDA İKLİM KRİZİNİN NERESİNDE?
Üstelik bu ithalatlar, yalnızca sağlık açısından değil, ekolojik açıdan da maliyet getiriyor.
Gıdaların uzun mesafeler kat ederek taşınması, tarım sektöründeki karbon emisyonlarının yaklaşık %20’sini oluşturuyor. Hurst’e göre, Atlantik ötesinden gelen gıdaların taşınması, iklim kriziyle mücadeleye zarar veriyor. “Amerika gibi düşük düzenleyici standartlara sahip ülkelerden gelen ucuz gıdalar, Avrupa’da çevre dostu tarıma geçişi baltalayacaktır.”
Alexander Hurst, küreselleşmeye tamamen açılmayı önermese de, gıdanın yerellikten ve kültürel bağdan güç aldığını, bu nedenle küresel pazarın baskısına maruz kalmaması gerektiğini savunuyor.
Lübnan asıllı Parisli şef Ramzi Saadé, “Paris’e Japon kültürünü uçakla getirmekle görevim değil. Önemli olan, bu kültürün nasıl yaşandığını ve yerelde nasıl yeniden yorumlandığını göstermek” diyerek düşüncelerini paylaşıyor.
SOFRADAN GERİ ÇEVRİLMESİ GEREKEN BİR ANLAŞMA
Avrupa pazarı, Amerikan tarım sistemine açılırsa, bu sadece ticari açıdan değil; aynı zamanda kültürel ve çevresel boyutta da geri adım anlamına gelecektir. Hurst’ün son cümlesi ise oldukça net: “Eğer bu durum mutfağa kadar yansırsa, derhal geriye çevrilmesi gereken bir tekliftir.”
Odatv.com